Yoğurt

Her yiğidin yoğurt yiyişi başkadır. Önem arz eden bir atasözümüzdür bu.

Bunun için devlette devamlılık esasken yeni gelenler hemen enkaz devraldık bahanesiyle her şeyi sıfırdan başlatma yoluna gitmişler. Günahı boyunlarına.

Bana kalsa yoğurdun yenmesi kâsede ya da ayran yaparak içilmesi şeklinde olmalı. Özellikle ekşi ayran daha hoş oluyor.                                           Yiğitler işe karışmasa yoğurt daha iyi yenecek. İskender üzerinde Bursa da yenen yoğurdun tadı, Kırklareli’ndeki bıçakla kesilen taş gibi manda yoğurdu, kanlıcadaki pudra şekeriyle yenen yoğurdu, türkülerdeki Silifke’nin yoğurdu artık sayısı yüzlerle ifade edilen markalarla boy ölçüşemiyor.

Yoğurdun ilk mayalanması sütü sağarken ani bir nisan yağmuruna kapılarak süt kabını dışarda unutan bir köylünün evinin içerisine kaçması marifetiyle olmuş.

Nisan yağmuru süt dolu kaba dolunca kaptaki sütü mayalamış. Ertesi gün dışarı çıkan köylü unuttuğu kaptaki sütün katılaştığını görünce tadına bakıp güzel olduğu kanaatine varıp bu işi olağan hale getirmiş.

Bir takım mihraklarda karınca yumurtasından mayalama işi yapmış. Bir gurup buluşçu ise karınca toprağından yoğurt mayalama işine başlamış. Sonuçta karınca yumurtasındansa karınca toprağından mayalanan yoğurdun daha lezzetli olduğuna karar vermişler.

Hatta bu konuda neredeyse karınca yumurtasından mı yoğurt mayalansın yoksa karınca toprağından mı diye bölünen guruplar tarafından iki mezhep kurulmaya bile niyet edilmiş. Bu konuda çalışmalara bile başlanmış.

Neyse ki ilk yoğurttan kalan bir parça mayadan yeni yoğurt mayalanmaya devam edilmişte mezhep işi de unutulmaya yüz tutmuş.

İnsanlar yağmur suyunda her türlü bakteri ve mantarın bol bol olduğunu, zamanla da zenginleştiğini, ayrıca her çeşit aminoasitlerin de olduğunu bilselerdi sanırım bu işe şaşırmazlardı.

En yaygın efsaneyse incir yaprağından süzülen yağmur suyunun bakire kız tarafından süte ilavesiyle yoğurt yapmasıdır. Tabi bu efsanelere bakarken Evliya çelebinin Nil nehri kıyısındaki timsah hikâyesi aklıma gelince efsanelere sadece gülümseyebiliyorum. Yeğenim Recep dayı ‘yoğurt bakteri kakasından başka bir şey değil’ dedi yazdığım yazıya zürafa gibi boynunu uzatıp bakarak. Ben yazımı yazarken buda başka bir bakış açısı dedim kendi kendime.  

Gelelim Nasrettin Hocanın Akşehir’deki göle maya çalma hayaline. Hayal dediğin böyle olmalı. İnsan hayal ettiği süre yaşarmış diyor şair.

Hayallerimiz böylesine büyük olmalı. Batılı, marsta yaşamayı düşünürken bizim çok daha ileri uzay derinliklerini hayal edip hayallerimizi gerçekleştirmemiz lazım.

Kütahya'nın Tavşanlı ilçesine bağlı Yörük köylerinde bir yıllık yoğurt mayası, Hıdırellez ve bu günü takip eden 2 gün süresince sabah ezanı ile tan ağarması arasındaki vakitte doğadaki bitkilerin üzerinden toplanan çiy tanelerinden sağlanıyormuş.

Yoğurt bizi nerelere getirdi.

Asıl bahsedeceğim hikâye bu ramazanda başımızdan geçti. Mardin’e bir ziyarete gittik. Cuma Ali kardeşimiz uzun süredir bizi çağırıyordu bizde davete icabet ettik.Bizi bir misafirhanede ağırladılar. Tabi misafirhane dediğin yer bizim şehirde oturduğumuz en büyük daireden biraz irice bir salon şeklinde oluyor.

Güzel tefriş edilmiş sade yer minderli koltuklu aydınlatmalı bir yer. Tabi buna uygun yer sofrasında iftar ettik.

Sofraya kâselerde yoğurt geldi. Çok lezzetli yoğurdu konuşurken ev sahibi bu Nisan yağmuru suyundan mayalanmış yoğurt deyince şaşkınca adamın yüzüne baktım. Hayatımızda ne kadar bilmediğimiz ve ilk kez karşılaştığımız bilgiler var diye düşündüm. Yoğurdun ilk kez  melekler tarafından Hz. İbrahim’e öğretilerek mayalandığı söyleniyor.           
Nisan yağmuru ve yoğurt. Lactobacillus bulgaricus bu yoğurdu mayalayan bakteri