Gelibolu Yolunda...(1) Geçmişin izinde bir gün...

Hatırlıyorum... Hayallerle gerçeklerin kesiştikleri tek noktanın aşk olduğunu ya ben söylemiştim ilk defa, ya da bir yerlerden okumuştum. Emin değilim, çünkü ben söyledikten sonra da kimse bu sözün üstünde durmadı zaten.  
Yelkovanla akrebin ilerlemeye mecbur olduklarını anladıkları anda gerçek başlamıştı herkes için, bir kapı aralanmıştı hayal dünyasından gerçeğe, artık o kapının kapanması mümkün değildi.
Oysa kurulmaya muhtaç olduklarını da biliyordum ilerlemeleri için akreple yelkovanın ama yine de kendi gerçeğimin başlaması adına bu ufak ayrıntıya sesimi çıkarmadım.
Aşk kesişme noktası hayalle gerçeğin.
Dibine kadar gerçeğe battığınızı sandığınızda bir de bakarsınız hayal dünyasının herhangi bir kapısı önünde duruyorsunuz, soluk almak için, dinlenmek için girmelisiniz o kapıdan korkmadan. Ne kadar mücadele etseniz de salt gerçeklerle örülü bir dünyada yaşayamazsınız, yaşarsınız da o yaşamınız ne kadar gerçek olur onu bilemezsiniz.
Bir kapan anlayacağınız, kendinizi tutulmaktan kurtaramadığınız, kurtaramayacağınız.
Zaten yaşamak da istemezsiniz 
 böyle bir dünyada emin olun.
Onun için soluk alıp dinlenmelisiniz ve yeniden kendinize -deponuza- yaşam gücü doldurmalısınız hayaller ülkesinden. Hayaller karıştırılmış bir yaşamı daha çok seveceksiniz.
İnsan özlemişsen yalnızlığını yanında gezdirmelisin derdi gezgin.
En çok da yalnızlığını gezdirmelisin.
Kalabalık olan insan başkasını özlemez, özlemek yalnızların harcıdır. Özlemek kolay bir eylem değildir. İçinde bir çok yüksek ve üretken düşünceyi de barındırır. 
O gezgini yakından tanımak isterdim doğrusu, ona yoldaş olmayı...
Ama yalnızlığını yanında gezdiren biriyle ne kadar dost olabilirsin ki?
Çırpınış bir simgedir; yaralı kuşun çırpınması, canı teslim törenine geç kalmışlığın feryadıdır.
Zaman çırpınma zamanı değilse de zamanı gelince çırpınmalısın ki can kuşun özgürlüğüne doğru kanat çırpabilsin. 
 
Ben kendimi bildim bileli çırpınıyorum zaten, sonsuzlara yolculukların hayaliyle...
Şimdilik sınırlı yolculuklarla bunun bir provasını yapmış sayıyorum kendimi de ancak böyle avunabiliyorum beceriksizliğimin sefaletine karşı.
Nasıl sabah oldu ve ben nasıl kendimi Gelibolu yolunda buldum?
Otomatiğe takılmış bir makine gibi işliyordum ve ben de yaptıklarıma şaşıyordum. Aslında birkaç gün daha kalabilirdim ama ne olduysa yollar beni çekti işte.
Onu bulamamanın verdiği yıkılmışlık duygusunu hafifleten şey, yine onu başka bir şehirde bulabilme umuduydu.
Bu umut her türlü kötü düşünceyi kovuyor, kısa süreli de olsa mutlu anların içinde sürüklenmeme neden oluyordu.
İşte bu kısacık anların yaşanma sıklığıydı beklediğim, gerçekte o bile silikleşiyordu bu mutlu anların özlemi arasında.
Hedefin yokluğu bile avlama zevkini yaşamasının önüne geçemiyordu avcının.
Umut hastalığına sürüklenmek ne kadar da kolaydı insan için, ne kadar da aldatıcıydı her şey?
(devam edecek)


YORUM EKLE