2016-01-11 17:56:47

Tüketiyoruz…

11 Ocak 2016, 17:56

Daha dün gibiydi hayata başlamak.
Geçen sadece zaman değil.
Unuttuk değerlerimizi.
Tüketiyoruz.
Gitgide keskinleşiyoruz.
Kutuplaşıyoruz, farkında değiliz.
Esnememiz gereken yerlere duvarlar örüyoruz.
Hoşgörümüz azalıyor dolayısıyla sevgimiz de.
Sanki birileri yapıyor bunu.
Gizli bir el bizi alıp aramızdaki uçurumları büyüterek fırlatıyor bizi uç köşelere.
 
Gazete yazıları mı yapıyor bizi böyle, televizyon haberleri mi, açık oturumlar mı yoksa?
İyi niyetle yapılmadığı kesin.
 
Siyasi amaçlarla yapıldığı kesin.
Bize zarar verdiği kesin.
Kendimden biliyorum.
Endişe duyduğum her olay beni daha da militan duygularla isyan noktasına getiriyor.
Ne mahrem tanıyor gözüm sonra ne kutsal.
 
Sonra bakıyorum benim gibi yumuşak başlılığıyla bildiğim insanlar bile militan duygulara bürünmüş.
 
Suçlu aramak değil ama bunu bize birileri yapıyor.
Hatları keskinleştirmek, fikir ayrılıklarını düşmanlıklara dönüştürmek istiyor birileri.
Eskiden sempatik gelenler şimdi itici geliyor gözümüze.
Hiç iyi niyet aramadan sorgulamak gereği duyuyoruz sonra pat diye yapıştırıyoruz yargıyı.
Her şeyi yargılıyoruz.
Her şeyi mahkûm ediyoruz yüreklerde.
Yaftalar yapıştırıyoruz birbirimize.
Ulusalcı diyoruz, cemaatçi diyoruz.
Bir kategoriye giriyoruz ötekini karşımıza alıyoruz.
 
Takım tutar gibi savunuyoruz düşünceleri. Bu bizi acımasız yapıyor, hak tanımaz yapıyor.
 
Sorgulatmıyoruz, sorgulamıyoruz.
 
Çoğu zaman dinlemiyoruz bile birbirimizi. Düşüncelerin, fikirlerin sahibi değil de kölesi gibi hissediyoruz.
 
İçimizde bir kin ve intikam ateşi var ve hep körükleniyor.
Birileri bizim gördüklerimizi görmüyor diye kızıyoruz.
Bizim gibi bakmıyor diye kızıyoruz.
Neden keskinleştik biz?
Neden bu kadar derinleşti yaralarımız ve ayrılıklarımız?
Sadece muhalif bir ruhla doğruları da inkâr eder hale mi geldik?
Geçmişimizle yüzleşmek mi yoksa bizi korkutan?
Keskinleşen sivri köşelerimizi kendimize döndürsek biraz.
Dönüp bir baksak yol mu yanlış yöntem mi yanlış yoksa biz mi?
Sert duvarlar mı daha çok dayanır darbeye yoksa esnek olanlar mı?
Yoksa bu bir hesaplaşma mı?
İçten içe yıllardır biriktirdiğimiz bir iç hesaplaşma mı?
Eğer öyleyse safları nasıl tuttuk?
 
Yıllar önce sağcılar ve solcular olarak ayrıldık baktık ki bugün yokmuş birbirimizden farkımız.
 
Hepimiz ulusal çıkarlarımızın peşindeymişiz meğer. Sağcılar da vatanseverliğinden eline silah almış solcular da. Ortak paydamız aynıymış meğer.
 
Bugün Atatürk’ü ağzına almayı günah sayanlar ne eski sağcılar ne eski solcular. Sağcısı da solcusu da bugün “önce vatan” diyor.
 
Cumhuriyet tarihimizden Atatürk ilke ve inkılâplarından rahatsızlık duyanlar kim peki? Yaraları derinleştirenler.
 
Millet olma bilinciyle değil ümmet olma bilinciyle hareket edenler. Ulusal çıkarlara değil başka çıkarlara hizmet edenler.
 
Sanki başka vatan varmış gibi. Sanki özgür ve demokratik bir ülke olmadan dini hür vicdanı hür yaşanırmış gibi.
 
Sanki köle toplumlar yaratmanın yolu inanç sömürgeciliğinden geçmezmiş gibi.
Sanki başka Türkiye varmış gibi.
 
 
Musibet
 
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden.
Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir.
Başının sol kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oraya yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağında bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Makam mevki sahibi kabadayılarla doldu etrafımız. Halkın iyi niyetini sömürerek ellerine aldıkları bu gücü milletin kafasına tokat gibi indiriyorlar.
Mahalle berberi gibi korkudan sinmiş yandaşlarda buna seyirci kalıyorlar.
Ama unutmasınlar ki bu kabaklarında bir sahibi var ve günü geldiğinde o uzun sivri denge demiri iman tahtalarının tam ortasına saplanacak.
Anlayana sivrisinek saz,
Allah korkusu olmayana her musibet az...
 
Kalın Sağlıcakla... 
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.