AHMET PENBEGÜLLÜ

1994-2004 yılları arasında Gebze eski Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Ahmet Penbegüllü 31 Ağustos 2007’de yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti.

AHMET PENBEGÜLLÜ
banner158
banner174
 Kendisiyle vefatından bir ay önce telefonda konuşmuş ve sağlık durumunu sormuştum. Penbegüllü bana, “Sağlık durumum iyi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki koordinatörlük görevime devam ediyorum. Çay içmeye beklerim” Demişti.
 Tabi görüşemedik çünkü bu konuşmadan 1 ay sonra yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Polis merkezindeki işkence ve kötü muamele, cezaevinden 13 ay boşa yere hapis hayatı sağlığını bitirmişti. Sonuçta daha fazla hayata tutunamadı.   Ayrıca, 2004 yılında partisi AKP’den yeniden Gebze Belediye Başkanlığı için aday adayı olmuştu ne var ki parti içinde ki bir grup Penbegüllü’nün önünü keserek aday olmasını engelledi. Parti içinde kimilerini vefasızlığı da sanırım Penbegüllü’nün önemli üzüntü kaynaklarından birisiydi.
Ahmet Penbegüllü ile siyasal bakış açımız hiçbir zaman aynı değildi ve olamazdı. Gazeteci olarak görev yaptığım zaman içinde kendisini köşe yazılarımdai sıkça eleştirdim. Ancak bu eleştirilere rağmen bana hiçbir zaman bu yazıları niye yazıyorsun demedi. Çünkü yazdıklarımın kişisel olmadığını ve sadece eleştiriden ibaret olduğunu biliyordu.  Doğal olarak bazı yazılarıma ve de eleştirilerime alınıyor, “Yazmadan önce sorsan veya o konuyla ilgili olarak bizden de bilgi alırsın iyi olurdu” derdi.  
2002’de cezaevinden çıktıktan sonra o zaman ikamet ettiği Tatlıkuyu’da bulunan evine geçmiş olsun ziyaretine gittim. Beni gerçekten çok iyi şekilde karşıladı ve orada aynen şunları söyledi, “Ben Cengiz’in yazdıklarına kızmadım çünkü bu yazıları kendi siyasi düşüncesine uygun yazıyor. Ama bizi eleştirip zarar vermek için yalan, yanlış haberler yapanları, yazı yazanları Allaha havale ediyorum.”demişti.
Şimdi aradan 9 yıl geçmiş. Bir zamanlar bize açıklamalar yapan, Gebze için projeler, hizmetler üretmek için çalışan Ahmet Penbegüllü toprak oldu. Dünya böyle. Kimseye kalmıyor. Bu dünya da nasıl yaşarsan öyle de anılırsın.  Makam ve mevki hepsi gelip geçici geride bıraktığın izler kişinin nasıl anılacağının, anımsanacağının da göstergesi oluyor.
 
EGOLAR VE GÜZEL İNSANLAR
‘R’ harflerini söylemeyen ünlü şair Özdemir Asaf bir gün taksiye biner. Taksici, “Buyuyun neyeye?”diye sorar.  Taksici de, ‘R’ harflerini söyleyemeyen birisidir. Özdemir Asaf, Kayaköy derse, taksicinin kendisiyle alay ettiğini sanacağını için, “Eminönü” der.  Karaköy’de inmesi gereken Özdemir Asaf, Eminönü’nde iner ve Karakaköy’e kadar yürür.
Olay budur.
Egolarına yenilmeyen güzel insanlara gereksinimiz var. İnsanların fiziksel veya bir takım eksiklikleriyle dalga geçmeyen, eğlence haline getirmeyen tıpkı Özdemir Asaf gibi güzel insanlara gereksinimimiz var.
BİR UZUN YOLCULUK
1970’lerin başlarında Ardahan’dan İstanbul’a ailecek göç ettik. Beyoğlu Tarlabaşı’nın yoksulluk kokan taş döşemeli sokaklarından yeni bir hayata başladık. Yaşadığımız bina eski bir Rum eviydi. Üç katlı, zemini  ahşap döşemeli, cumbası olan, içinde farelerin kimi zaman cirit attığı iki odalı, bir tuvaleti olan küçük bir evdi. Köy yaşamından sonra bu ev, sokaklar, insanlar başka bir dünya da yaşadığımızın ayırtına varmamızı sağlıyordu.
Tabi ki o yıllardan en çok aklımda kalan ise Rum komşularımızdı. Bakkalımız yaşlı bir Rum’da. Eski bir binanın alt katında küf ve rutubet kokan dükkândan kimi zaman bisküvi veya benzeri şeyler almaya gittiğimiz de korkardık. Sonra komşumuz Tasula teyzeyi unutmak mümkün değildi. Bizden birisi gibiydi, annemin en yakın arkadaşıydı. Farklı kültür, din ve anlayışa karşın son derece insancıl bir komşuluk ortamımız vardı. 1974’de ki Kıbrıs hareketi öncesi İstanbul’da Rumlar kimi kendini bilmezler tarafından tacize, saldırıya uğramıştı. Bir gün Tasula teyze eve ağlayarak gelmişti. Annem ne olduğunu sorduğun da sokakta bazı kişilerin kendisine hakaret ettiğini, tacizde bulunduğunu söylemişti. Tabi üzülmüştük. Sonuçta farklı bir dine mensup olsa da bu ülkenin yurttaşı ve iyi bir insandı.
Oturduğumuz evin birkaç ev uzağındaki Meryem Ana Süryani kilisesinin çan sesi ile cami minarelerinden yükselen ezan sesi kimi zaman birbirine karışıyordu. İstanbul dünya medeniyetinin başkentiydi ve biz bu başkente tam 1200 km. içgöçten sonra gelip yaşama tutunmaya çalışmıştık. Aslında bir büyük medeniyetin tam kalbindeydik ve biz bu gerçeğin sonra ki yıllarda çocukluktan çıkıp büyüdükçe daha çok farkına varıyorduk.   (1)
 
(1) Cengiz Akgün’ün hazırlığı süren, ‘Bir uzun yolculuk’ isimli deneme kitabından alını.
 

Güncelleme Tarihi: 30 Ağustos 2016, 18:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER