On yedi yaşındaydım.
Darbe olmuştu.
Sabaha kadar Hasan Mutlucan türküleri, bir oyandan bir buyandan asalım hikâyeleri, televizyon ekranında okunan askerin bildirisi ve genelkurmay başkanının konuşmaları.
Sabah oldu.
Saat erkendi daha.
Sokağa çıkma yasağı konmuştu.
Bizim evin önünde sokak yoktu.
Sokağa çıkma yasağının ne olduğunu bile bilmiyorduk.
Evimizin önü büyük bir tarlaydı.
Belki elli dönümden fazla bir boş arazi.
Çocuklar top oynuyordu.
Bizde çıktık.
Zannederim benden bir yaş daha büyük bir delikanlıda çıkmıştı arsaya.
Bir anda nereden çıktığı belli olmayan on beş yirmi silahlı asker bize doğru koşmaya başladı.
Şaşırıp olduğumuz yerde kalakalmıştık.
O bizden az daha yaşlı olan çocuğu tüfek dipçikleriyle vurarak yere yatırdılar.
Çok ta dövdüler sonra ellerini bağlayıp askeri araca bindirip alıp gittiler.
Ailesi gelene kadar iş işten geçmişti.
Anne ve babasını da dipçiklerle döverek yere yatırdılar. Onları da götürdüler.
Hiç unutamam.
Acıma duygusu olmayan insanlıktan o an için çıkmış canavarlaşmış bir güruh vardı karşımızda.
Darbe böyle bir canavardı.
Çok masum insanın canı yandı.
Çok kişi gittiği götürüldüğü yerden geri dönmedi.
Çoğunun ölüsünü bile bulamadılar.
Darbe böyle bir şeydi.
Çocuktuk.
Evimize girmeyi akıl bile edemedik.
Bir süre sonra beni de sudan bir sebeptentartaklayarak Şimdiki Maltepe cevizli de ikinci zırhlı tugaydaki hapishaneye götürdüler.
Gözlerimize bağladıkları yeşil kumaş bantlardan hiçbir yer göremedik.
Nereye götürüldüğümüzü de cezaevine konulunca öğrendik.
Kocaman bir dikdörtgen bina.
İçinde koridorun sonunda iki tuvalet.
Koridorun iki yanında yerlerde beton üzerine serilmiş yataklar vardı.
Kimi yatağının üzerinde uzanmış kimi koridorda dolaşan kimisi de ayakta dikilen
Her yaştan yüze yakın insan.
Sonradan öğrendim.
Sol tarafta ülkücüler sağ tarafta solcular.
Gayet medeni edepli olayı iyi kavramış sessizce oturuyorlardı.
Hoş geldiniz diye gülümseyerek karşıladılar biz yeni gelenleri.
Ben en küçük yaştayım hemen beni aldılar bu çocuk ne ya diye oturacak bir yatak verdiler.
Yüzleri asıldı.
Ülkücülerde devrimcilerde bana bakıp sonra da birbirlerini izlediler uzunca bir süre.
Hüseyin Aslandı idamla yargılanıyordu.
Aklımda bu isim kalmış idamla yargılandığından olsa gerek.
Yüzlerindeki acı gülümsemeyi unutmadım.
Ertesi gün ortalık karıştı.
Ata binbaşı diye birisi gevşek davranmış.
Nedim paşa varmış.
Aralarında konuşuyorlar ben anlamadan dinliyorum.
Mehmet Ali Ağca diye bir suçlu kaçmış mı kaçırılmış mı kaçacak mıymış ben çocuğum anlayamadım.
Sabah geldiler sen! sen!  sen! diye birkaç kişiyi aldılar.
Gülerek ismiyle çağırdıkları birkaç kişi daha derken şu çocuğu da alın dedi birisi.
İçerden birkaç kişi diklendi çocuk diye.
Darbe böyle bir şeydi. Onlara yumruklarla vurdular yere yıktılar tekmelediler.
Gözlerimiz yeniden yeşil kumaş bantlarla bağlandı.
Bilmediğimiz bir yere doğru hareket ettik bindirildiğimiz bir araçla.
Bir süre sonra araç durdu tartaklanarak indik arabadan aşağı.
Bir binaya aldılar bizi.
Bir odada yüzlerimiz duvara dönük ayakta sıraya dizildik.
Birileri dövülüyor kavga döğüş gidiyordu haykırışlar arasında.
Adı okunan sanırım bir kapıdan içeri alınıyordu.
Bu çocuk kim ya dedi birisi?
Gözünü açın kaçamaz bu dedi.
Gözümdeki yeşil kumaş bandı çözdüler.
Zayıfça bir çocuğum eliyle süveterimden tutup havaya kaldırdı ayaklarım havada asılı kaldım bir süre.
Gülüştüler beni bırakınca sendeledim.
Git şu çöpü dök diye bir kova verdi elime kovayı gösterdiği yerdeki varile boşaltıp boş kovayı geri getirdim.
Kovadan kanlı kâğıtlar bezler döküldü.
Darbe böyle bir şeydi.
Bir sandalye gördüm önce.
Bir adamı oturtmuşlar elini uzat diyorlar.
Adam görmüyor parmağını uzatıyor.
Masada kırmızı bir telefon.
Uzatılan parmağa bir yüksük takıp sıkıştırıyorlar.
Yüksüğe bağlı iki kablo var.
Kabloların diğer uçları masadaki telefona bağlı.
Eski tip parmakla çevirmeli koyu kırmızı bir telefon masada.
Ahizesi sorgucu adamın elinde. Numaraları çevirmeye başlıyor sırayla.
Ve sırayla sorularını sormaya başlıyor. Darbe böyle bir şeydi.
Suçlu suçsuz birbirine karışmış. Kimsenin bir şeyden haberi yok.
Adama soruyor
Bu kitaplar kimin?
Adam bilmiyorum diyor.
Sen diyor bu inşaatın bekçisi misin?
Evet diyor adam.
İnşaata senden habersiz birisi girebilir mi diyor.
Bekçi saflıkla hayır giremez diye cevap veriyor.
O halde kitaplar kimin diyor.
Bekçi bilmiyorum cevabını veriyor.
"Mihail solohov ve Durgun akardı Don" yazıyor kitabın üstünde.
Bu kim acaba diyorum kendi kendime.
O ara telefonun numarasında sıfırı döndürüyor.
Bekçi bayılıyor.
Darbe böyle bir şey.
İki tokat vurup ayılttıkları inşaat bekçisiyle konuşmaları öğleni buluyor.
Aynı sorular aynı cevaplar.
Aynı sorular aynı cevaplar.