İslam ve insan ikilisi, tek bir bütünün iki ayrı parçasıdır. İslam olmadan insan olmak ya da insansız bir İslam düşünmek mümkün değildir. Allah insanı yaratmış, ancak onu kendi hâline terk etmemiştir. Ona merhamet etmiş; ilk günden itibaren doğru yolu gösteren peygamberler ve kitaplarla desteklemiş, yanında olmuştur. Bu yüzden İslam dini fıtri bir din, İslam düşüncesi de fıtri bir düşüncedir.

İslam toplumunun yaşam biçimi ve deneyimleri, İslam kültürünü oluşturur. Yemesi, içmesi, oturup kalkması, ticareti, düğünü, derneği; sevinci, kederi, merhameti, evlenmesi, boşanması… Ölüsü, dirisi; yardımlaşma ve sahiplenme anlayışı, komşuluk ilişkileri, sevgisi, saygısı… Hasılı, yaşamın her alanındaki duruş ve davranış biçimlerinin tamamı bu kültürün parçasıdır.

Bu evrensel kültürün bir parçası olarak yaşadığım bazı gerçekleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu paylaşımlarım aynı zamanda bir itiraf, bir öz eleştiridir. Kıssadan hisse alınacak öz geçmişimdir ve başta arkadaşlarım olmak üzere tüm insanları Allah’ın dosdoğru yoluna davetimdir.

Dört-beş yaşlarındayken İslami terimleri ve duaları öğrenmeye başladım. Yedi yaşımda namaz ve oruç ibadetiyle müşerref oldum. 1957 yılında ilkokulu bitirdim. Arkadaşlarım ortaokula başladılar, ancak ben başlayamadım. Rahmetli babam, yeni Türkiye’nin benimsediği laik, demokratik, Batı hayranı; köleliği ve dinsizliği aşılayan yeni sömürgeci yolu kabul edemedi. Özgür ruhlu, kimliği, kişiliği ve karakteri olan biri olarak,
“Ben oğlumu gavur mekteplerinde okutmam.”
diyerek yeni düzene karşı çıktı ve beni Kur’an eğitimi almam için medreseye gönderdi.

Hâlbuki ben buna çok üzülmüştüm ve okumak istiyordum. İstediğim olmadı. Yıllar geçti. Babamla aynı evde mutlu değildim. Annem de vefat etmişti. Üvey annemle aynı ortamda bulunmak istemiyordum. Arkadaşlarım üniversiteye kayıt yaptırmak için Ankara’ya giderken, ben de onlarla birlikte Ankara’ya gittim.

Bu büyük şehirde hayatımı idame ettirmeye çalışırken birçok zorluk yaşadım. Ancak okuma isteğim, hırsım ve arzum hiç kaybolmadı. Arkadaşlarım üniversiteye başlarken, ben akşam ortaokuluna kaydoldum. Dört yıl ortaokul, dört yıl akşam lisesi ve sonunda üniversite eğitimimi tamamladım. Yedek subay olarak askerlik görevimi yaptım. Devlette önemli görevlerde bulundum. Evlendim, çocuklarım oldu. Bu hayat serüvenimde düşünce ve inanç bakımından çeşitli değişimler yaşadım.

Gençliğimde komünist bir anlayışı benimsemiş ve böyle bir sistemin gelmesi için tüm gücümle mücadele etmiştim. Devleti yönetenlerin ABD emperyalizminin uşaklığını yaptığını düşünüyordum. İnsanların kardeşliğini, emeğin yüce değer olmasını, adil paylaşımı ve tam bağımsız bir Türkiye’yi istiyordum. Bu ideal uğruna hayatımı ortaya koymuştum.

1960 ihtilalini gördüm, 1971 ihtilalini yaşadım ve etkilendim. 1980 ihtilalinin mağduru oldum; günlerce insanlık dışı işkencelere maruz kaldım. İdamla yargılandım ve on yıl siyasi yasakla cezalandırıldım.

İslam’dan ve imandan uzak, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyayı kurtarmaya çalışan bir kahraman zannediyordum kendimi. Sonra aslında pek de bir şey olmadığımızı anladım. Dinleri araştırmaya başladım. Asıl cevherin, insanlık rehberinin İslam dini olduğuna inandım. İnsanımızın ve tüm insanlığın kurtuluşunun İslam’da olduğunu yakinen gördüm.

Müslüman olmaya karar verdim. Önceden de zaman zaman namaz kılar, oruç tutardım; bir süre bırakır, sonra yeniden başlardım. Ama devamını getiremezdim. Allah istemezse hiçbir şey olmuyor. Samimi olarak gayret ettim. Hamdolsun, yaklaşık yirmi yıldır ibadetlerimi aksatmamaya çalışıyorum. Tüm insanların ve arkadaşlarımın da bu güzelliklerden yararlanmalarını diliyorum.

Babamı rahmetle ve minnetle anıyorum. Ne kadar haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Babamın büyük dedesi Miroğlu Hacı Kaya Bey, Osmanlı döneminde Erciş Çelebibağ Uç Beyi olarak görev yapmış, Osmanlı’ya ve İslam’a büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Babamın yaşadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış; İslam düşmanı, faşist bir diktatörlük ülke yönetimini ele geçirmiştir. Camiler kapatılmış, İslam dini yasaklanmış, hilafet kaldırılmıştır. Kıblemiz Kâbe’den Batı’ya çevrilmiş; Hristiyan takvimi benimsenmiş, hicri takvim terk edilmiştir. Şer’i mahkemeler kaldırılarak, İsviçre ve İtalyan kanunlarına dayalı Hristiyan hukuk sistemi getirilmiştir. Kitlesel katliamlar yapılmış, sahte kahramanlar üretilmiştir. Soyu sopu belli olmayanlar öne çıkarılmış; bunların rehberliğinde kimliksiz, kişiliksiz ve karaktersiz bir toplum oluşturulmuştur.

“Çağdaş ve muasır medeniyet” adı altında; içkiyi, kumarı, zinayı, uyuşturucuyu meşru gören bir nesil yetiştirilmiştir. Namaz kılanlara “gerici yobaz”, içki içenlere “çağdaş” denilmiştir. Babamın bu yapılanmayı kâfir olarak görüp karşı çıkması son derece haklıdır. Babamın baktığı pencereden bakamadığımız için büyük bir felaketle karşı karşıya kaldık.

Bu çukur manevi değerlerimizi yok etti. Her alanda kişiliğimizi kaybedip kâfire benzemiş olduk. 15 Temmuz 2016’nın, bağımsız Türkiye’nin ilk adımı olması umudundayım. Dilerim ki insanlık katili, sömürgeci ve vahşi Batı zihniyetini terk ederek kendi yüksek irfanlı özümüze döneriz.

Hamdolsun, ömrümün geri kalanını İslam’a hizmet etmeye adadım. Yazıyorum, çiziyorum, okuyorum. Yalanların perdesini yırtıp doğruları bulmaya çalışıyorum. Arkadaşlarımın bir kısmı bendeki bu değişimden hoşnut değil. Arkadaş grubumda en genç olanlar bile yetmişli yaşlarda.

Onlara diyorum ki:
Aynaya bakın, kendinizi tanıyabiliyor musunuz? Bir zamanlar filinta gibi gençlerdiniz. Şimdi kendinizi tanıyamıyorsunuz. Aklınızı başınıza alın; ölüm var, ölüm… Allah’ın huzuruna gideceksiniz. “Işıklar içinde uyumayı” değil, rahmet içinde uyumayı hedefleyin. Rabbimize ve dinimize yönelin ki insan kalabilesiniz.

Geç de olsa doğruyu bulmak, Yaradan’dan özür dilemek, binlerce kez hamd edip tövbe ve istiğfar etmek büyük bir kazançtır. Allah herkese nasip etsin.

Saygılarımla
İDRİS ORTAKAYA