Ben ey, ki o zamanlar mavi doyumsuzdu, henüz yerini almamıştı renkler dünyasında. Mavi boştu, mavi boşluktu, içim içime sığmıyordu. Daha çok küçüktüm, salıncaklarda kırmızı gezegenleri uydularıyla birlikte sallıyordum. Yörüngelerine sığmıyorlardı, kabına sığmayan yalnız ben değildim o zamanlar.
Ben ey, ki renkleri diziyordum evimin önünde, maviyi ilk o gün fark etmiştim. Bahardı, çiçekler renk renk dizilmişlerdi, bir köşede üzgün duran rengi fark ettiğimde çok küçüktüm. Ellerime alıp bir nefes çektim ciğerlerime maviden. Gökyüzü siyahtı, bulutlar beyaz, iki renk biliyorduk henüz. Renkli filmlerin çekilmesine uzun yıllar vardı daha. Haliyle renkli televizyonlar da icat edilmemişti. Biz de siyah beyaz bakıyorduk hayatımıza.
Ben ey, ki ilk defa gökyüzü o gün renklendi. Aldığım nefesi dışarıya verdiğimde, kusmuk renginde bir maviye boyandı her yer. Bayılmıştım, hala da ayılmış değilim. Gözlerimi araladığımda masmavi bir gökyüzü selamladı beni. Renklerin dünyasını keşfetmiştim ve çok küçüktüm o zamanlar...
Ben ey, ki mavi yokuşlara serpilen mavi bir düşteydim, yalnızdım, hem küçük hem de yalnız. Bu kadar erken bulaşmayı istemezdim yalnızlığa, benim tercihim siyah da değildi. Serinkanlı olmayı denemedim bile, bıraktım kendimi maviliğin serinliğine. Küçücüktüm, yokuşlara bakmak yorardı gözlerimi, çabuk alıştım renklerin gizemine. Falcıların çekeceği vardı elimden, belli ki yorulmuşum yokuşları boyamaktan, Hintli bir fakirin gölgesinde uyuya kaldım. Emindim, bir düşe sığınmayı kaçıklar akıl edebilirdi ya da çocuklar, ben çocuk olduğumdan emindim, küçüktüm, hem de yalnız...
Ben ey, ki rahvan atların terkisinde dolaşıyordum dünyayı, kim bilebilirdi bir gün "son" yazısına bakıp da ineceğimi, televizyonun başında günlerdir aynı boyutlarda bir dünya tasarlarken, sıkışıp kalacağımı üç karelik bir koltuğa. Kafesimi başıma geçirdim ve palette kalan son maviyi de senin silik gözlerine sürdüm, küçüktün hem de yalnız...